Osmanlı tarihinde [21 Temmuz] 1718 yılında Avusturya ve müttefiki Venedik’le imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp 2 Ekim 1730 yılında Patrona Halil İsyanı ile sona eren siyasi, ekonomik, kültürel dönemdir.
Bu dönemde yaşayan tarihçiler, müderrisler, şairler, bürokratlar içinde bulundukları dönemi ‘Lale Devri’ olarak adlandırmamışlardır. Dönemin adlandırılması Yahya Kemal’in yazılarında o dönemde çokça yetiştirilen lale çiçeğinden dolayı kullanmıştır. Adından Ahmet Refik [Altınay’ın] önce İkdam gazetesinde tefrika ettiği [yayınladığı] ardından da ‘Lale Devri’ adlı kitabını yayınlaması ile literatüre girmiş ve yaygınlaşmıştır.
Bu dönem zevk, eğlence, barış, yenileşme, sivil reformlar gibi kavramların başlangıcı olarak adlandırılmıştır.
Hatırlanacağı üzere 1711 Purut Savaşı’ndan masa başında istediğini alamayan Osmanlı Devleti’nde Karadağlıların isyanı başlamış, Karadağlılara yardım eden Venediklilerin elinde bulunan Mora yarımadasına 1715’a saldırmış ardından Avusturya ve Venedik’le savaş başlamıştır.
Sadrazam Damat (Şehit) Ali Paşa’nın ardından diğer bir damat Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadrazam olmuştur.
Toprak kazanmak için başlatılan savaş yine toprak kaybı ile sonuçlanmıştır.
Devlet yönetiminde zihni olarak Avrupa devletlerini yenmenin zor olduğu dolayısı ile ‘onların’ fennini alma dönemi başlamıştır.
Avusturya ve Venedik Osmanlı devletinin bütün liman ve ticaret mahallerinde konsolosluklar, acentalar, tercümanlar bulundurma hakkı elde etmişlerdir. Dikkat çeken önemli bir husus bu tüccarların yanı sıra İranlı tüccarların da kara ve deniz yolu ile Avusturya’ya gitmelerine izin verilmiştir.
Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in Fransa seyahatindeki etkilenmesi Osmanlı’yı kökten etkilemiştir. Artık hiçbir şey eğitimden askeriyeye, ticaretten kanunlara varana kadar eskisi gibi olmamıştır. Günden güne hızlı bir değişim ve dönüşüm süreci başlamıştır. Adeta bu tarihten önce hiçbir şey yokmuş da her şey batıdan sıfırdan transfer edilmiş, edilmesi gerekiyor etkisi yapmıştır. Bugünün literatüründen ziyade ‘modernlik!’ anlayışına damga vurmuştur.
Bu dönemin en tipik özelliği ‘hazcılık’ olmasıdır. Eğlence sektörü almış başını gitmiştir. Baş çekenler de Saray ve Sadaret etrafındaki üst düzey yetkililer olmuştur.
Saray ve Sadaret etrafında nevzuhur devlet büyükleri (mesela Damat İbrahim Paşa’nın kütüphanecisi Şair Nedim gibi) ortaya çıkmıştır.
Boğaziçi ve Haliç kıyıları Leb-i derya yalılarla dolmuş, kasırlar ve köşkleri batı tarzı mimari ile yapılmıştır.
Bu şekilde mülke sahip olmak büyüklük, Saraya yakınlaşma, ‘çağdaşlık!’ olarak tanımlanmıştır.
Hatırlayalım!
Salıpazarı’ndaki Emnabad, Çağaloğlu’ndaki Ferahabad, Alibeyköy’deki Hüsrevabad, Bebek’teki Humayunabad, Defterdar’daki [Eyüp] Neşatabad, Üsküdarda’ki Şerefabad kasırlarının namı Avrupa saraylarında yankılanıyordu. Padişah III. Ahmet bir boğaz gezisini, Sadabat gezisini icra etmekle halkına büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Lale yetiştirmek o kadar popüler olmuştu ki kimi kayıtlarda 850’ye kadar çeşitleri yetiştirilmiş, çok zevkli, çalışmadan para kazanma aracı olmuştu. Öyle bir hal aldı ki, lale soğanları piyasaları alt üst edince padişah hazretlerinin fermanı ile lale soğanlarının fiyatlarına narh [fiyat çetveli] konulmuştu. Çiçekçiliği anlatan şekufenameler yazan yeni konunun yeni uzmanları türemişti.
Dönemin en özelliklerinden birincisi hedonizmin (zevkine düşkün hayat ) Osmanlı toplumunda
Gülelim eğlenelim kam alalım dünyadan
Gidelim serv-i revanım yürü Sadabad’a
diyerek meşrulaştırılmış, yaygınlaştırılmıştır.
Diğeri ise Rical-i devletin israfı, ölçüsüz ve sınırsız harcamalarına dair eleştirileri dikkate almayan devlet ricali bu dönemde özellikle kuzeyde ve doğuda (Rusya ve İran’da) olan gelişmelere gözlerini kapatmışlar gelen uyarıları refah-ı devleti çekemeyenler olarak suçlamışlardı.
Ancak Nadir Ali Han ya da Nadir Şah, Osmanlı sınırlarında beşinci mezhep olarak İsmailiye’yi sokmaya çalışıyordu. (İran’la savaş 1736 yılında İstanbul Antlaşması beşinci mezhep problemi de Darussaade Ağası Beşir Ağa sayesinde çözülmüş, izin verilmemişti.)
Peki, bu dönemde 800’ün üzerinde türü yetiştirilmiş olan Lale neden sembol olarak seçildi derseniz; Ehline malum olduğu üzere Osmanlı Türkçesi yazılışında Lale yazılışı Lafzatullah’ın yazılışını çağrıştırmaktadır. Yani dini sembollerin de zevk ü sefaya teşne edilmesi yeni bir husus değilmiş efendim.