Küdüs ve Filistin için miladi takvimler dikkate alındığında günü gününe tam 400 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Takvime göre 30 Aralık 1517 yılında Yavuz Sultan Selim Han tarafından feth edilmişti. 9 Aralık 1917 Küdüs İngilizler tarafından işgal edildi.
Latin atasözünde “Historia magitore vitae / Tarih hayatın öğretmenidir.” İfade edildiği üzere bir meseleyi hele hele kökü derinlerde hem de çok derinlerde olan meseleleri anlayabilmek için düne bakmak gerekir. Ancak konu Küdüs olunca düne bakmak yetmiyor. Öncesine daha öncesine bakmak gerekiyor. Peki! işin köküne, tevrata, siyonizimzin amacına bakınca ne görüyoruz. İçine dehşet konulmuş, coğrafya tanımlanmış, kimsenin durduramayacağı garantisi verilmiş, tehdit dili ile yazılmış Tevrat ayetlerini görüyoruz (isteyen Tekvin, 12/25’e bakabilir).
Bu gün siyonizm denilince akla gelen Yahudi gazeteci Theodor Herzl’in, İsviçre’nin Basel kentinde 29 Ağustos 1897 yılında toplanan siyonist kongresinden sonra sürecin başladığını dair cümlelerle konuşmaya başlayıp, Filistinlilerin toprak sattığından, Abdülhamid’in sattırmadığına kadar bir sürü meselenin ekseninden çıkmış cümleler kurmaya devam edeceklerdir. Hatırlayalım, Herzl, bütün dünya Yahudilerinin vereceği destekten emin olarak, Kongre'de şunları da söylemişti: "Basel'de ben Yahudi Devleti'ni kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir." Demişti. Gerçekten de bu konuşmasından 50 yıl sonra İsrail devleti kuruldu. Yani maalesef böyle bir durumda tarihten hiçbir şey öğrenilmediği ortaya çıkıyor.
Çünkü; Herzl’le başlayan, Balfour deklarasyonu ile İsrail devletinin kuruluş garantisini alan, nihayetinde Filistin’de 29 Kasım 1947 kurulan İsrail devletinin kurulmuş olması; hem Siyonistleri hem de siyonist zihniyetinden beslenenlerini hiçbir zaman tatmin etmedi. Bu tatminsizlik sürecinin sonuçlarını Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimcilerin yayılması, İsrail devletinin yönetim şekli, teşkilatlanması, planlamaları üzerinden görülebilir. Ancak dünyanın her hangi bir yerindeki siyonistler ve siyonist zihniyetlerde ise ilk cümlenin mutlak İsrail devletinin yaşaması gerektiğinin vurgulanması ile başlayıp, siyasi, iktisadi, mali, fiili, fikri, kültürel velhasıl her türlü doğrudan ve/veya dolaylı desteklerinde görülebilir.
Geldiğimiz noktada; bırakın Müslüman olmayı, bırakın tarihsel bağların olmasını, bırakın kutsal dinlerin merkezi olmasını, insan kelimesine dahil olan hiçbir şeyin İsrail’de (İsrail’i var eden siyonizm ve zihniyetinin olduğu her noktada) olmadığını görüyoruz. Dinlerin, tarihin, insan aklının, medeniyetlerin ürettiği, insanlık, çocuk hakları, mülkiyet hakkı, kadın hakları, sağlık hakları, beslenme hakları ve en önemlisi yaşama hakkının olmadığını göreceksiniz.
Gelinen noktada bebeklerin öldürüldüğü bir yerde Zalime karşı dik durmak herkese nasip olacak iş değildir. Çünkü mesele güce karşı boyun eğmemek değil, manasız, yarını olmayan, insana yakışmayana direnebilmektir.
Maalesef hem tüm dünyada hem de ülkemizde internetten bilgi kırıntısı elde ile aklını, ruhunu doyuranlar, bildim, oldum, anladım diyenler yıllarca, TV’lerde, gazetelerde, siyasetçilerin beyanatlarında, perdenin önünde söylenenlerle arkasında yapılanları göremeyenler; ama şu ama bu şeklinde söylemler sarf edip, siyonizm karşıtlıklarında bile siyonizme hizmet eder hale geliyorlar.
Unutmayalım ki Tarihin en acıklı yanı birbirleri ile ölesiye savaşan iki rakibin birbirlerini aynı silahlarla öldürmesidir. Eğer silahlar ve güçler eşit değilse katliamdır. Tarihin daha da ağır ve acıklı yönü ise bu katliama ortak ve şahit olmaktır.
Bilgi kırıntısı.
İnternetten, ya da abuk subuk kulaktan dolma bilgi kırıntıları ile hareket edenler Homeros oldum diye Turuva’yı yıkmaya kalkıyorlar