Bu yıl İstanbul’un fethinin 570. Sene-i devriyesi. 29 Mayıs 1453 [20 Cemaziyye’l-evvel 857] Salı günü St. Romanos Kapısı'ndan (Topkapı) şehre girmiştir. Dünya İstanbul’un tarihinde, Osmanlı Beyliği/Devletinin tarihinde, Türk tarihinde, Avrupa ve insanlık tarihinde büyük değişimlerin başladığı tarihtir. İspanya’da Endülüs Emevî devletinin düşüşünün başladığı, Anadolu’da Moğullar’ın yıktığı Anadolu’dan Balkanlara ve Avrupa içlerine güçlü ve büyük bir Müslüman-Türk yükselişinin sembolleşen zaferidir. İstanbul’un ve Fatih’in öyküsünü bugünün nazarından yorumladık.
Kuruluş öyküsü
Yapılan araştırmalar, İstanbul Boğazı'nın her iki yakasında ilk yerleşim izlerinin geçmişinin birkaç yüz bin yıl önceye indiğini göstermektedir. Byzantion kurulmadan önce onun yerinde Lygos adlı bir köy bulunduğunu bildirmektedir. Avrupa ve Asya'yı ayıran Bosporos'un (İstanbul Boğazı) Trakya yakasında, bugünkü Topkapı Sarayı ve Ayasofya'nın kapladığı alan üzerinde kurulmuştu. Efsaneye göre de Byzantion'u Orta Yunanistan'daki Megara kentinden gelen kolonistler kurmuşlardır. Kuruluş tarih İ.Ö. 659/660 veya İ.Ö. 668 tarihlenmektedir.
Boğaz' dan geçişler, yani deniz yolu önemliydi. Fakat giderek Boğaz'ın bir yakasından öte yakasına, yani Trakya'dan Anadolu'ya geçişler de başlayınca, Byzantion'un stratejik önemi iyice artmıştır. Bilindiği üzere ilk önemli geçişi Pers kralı Dareios İ.Ö. 6. yüzyıl sonlarındaki İskit seferi sırasında yapmıştır.
Başkentlik öyküsü
I. Constantinus (Büyük Konstantin) Roma'nın, imparatorluğun başkenti olarak zayıflığını ve emniyetsizliğini gördüğünden yeni bir başkent ihtiyacı duymuş ve stratejik mevkii itibariyle Byzantion'u seçmiştir. Kenti yeniden büyük ve görkemli bir hale getirmek için imar faaliyetlerini başlatmış ; İ.S. 330' da Roma İmparatorluğu'nun ikinci ya da yeni başkenti olarak açılışı yapılmış, adı da bir süre korunmasına karşılık, sonradan imparatorun adından dolayı Constantinopolis olarak değiştirilmiştir.. L Constantinus, kentte bayındırlık faaliyetlerini yoğunlaşttrarak onu anıtlarla donatmış ve dönemin en görkemli merkezlerinden biri yapmışttır.
395’te Roma İmparatorluğu, Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Roma İmparatorluğu, 476 yılında yıkıldı ve tarih sahnesinden silindi. Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu ise 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed Han tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar varlığını devam ettirdi. Müslümanların İstanbul’u, İslam ordularının fethedeceğini Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde müjdelemişti. Bu müjdeye erişmek olmak isteyen İslam devletleri de İstanbul’u birçok defa kuşattılar. İstanbul, Müslüman olmayan milletler tarafından 13 defa, Müslüman devletler tarafından da 16 defa kuşatıldı. Sonunda İstanbul’un fethi, Fatih Sultan Mehmed Han’a nasip oldu. Ve Fatih, 29 Mayıs 1453 [20 Cemaziyye’l-evvel 857] tarihinde Doğu Roma yani Bizans imparatoru XI. Kostantin Dragazes’i ve ordusunu yenerek İstanbul’u fethetti.
Fetih ve Fatih
13. Asırda Moğol istilaları ve Anadolu Selçuklu Devletinin son bulması Anadoluda’ki Oğuz Türkmen boylarını beylikler kurmasının önünü açmıştı. Oğuzların Kayı boyuna mensup olan Ertuğrul Gazi’nin Uçbeyliği ve ardından Osman Gazi’nin beyliğini batı / Bizans yönünde genişletmesi yeni bir dönemin başladığının habercisi olarak genel bir kabul görür. Bunda bütün beyliklerin özellikle de Osmanlı beylerinin ilk gaza ruhuyla hareket etmesinin rolünün büyük olduğu bilinmektedir. İsimlere bakıldığında hepsinin ya gazi ünvanına sahip olduğunu görülmektedir. Ancak fatih bunlara ilaveten gaza ruhunu “Sahibü'l-megâzî v'es-sultânu’l-a'zâm halifetu'llah fi'I-âlem” ve “Fatihu bilâd-r-Rum ve Fâtih-i Konstantınıyye” sıfatını da kullanarak dünyaya ilan etmiştir.
Sultan Fatih II. Mehmet bu İstanbul’un fethi ile bazı siyasetleri ortaya koymuştur. Bunların en başında Türk devletlerinin dini ve örfi kanun koyma devlet geleneğini devam ettirmiştir. İkincisi feth ettiği coğrafyada kendi medeniyetini (Müslüman-Türk) tesis edeceğini payitaht yapmak suretiyle ilan etmiştir. Üçüncüsü ise cihan şümul anlayışla adalet tesisinde din dil ırk fark etmeksizin adaleti tesis etmiş, ettiği adalet herkesi her kesimi cezbetmiştir. Özellikle Ortadoks hrıstiyanlığın merkezi olması batı dünyasını kıskançlıkta bırakmıştır. Dördüncüsü de şehri insani, ilmi, ticari ve mimari yönden yeniden dizayn etmiştir. Şehir kısa zamanda çağdaşlarının gıbta ile bakacağı cazibeye ulaşmıştır. Beşincisi ve en önemlisi tüm bunların Müslüman-Türk medeniyetinin tesisinde böyle temel bir gösterge ortaya koymakla “meşhur tarihçi Kemal Paşazade’nin ifadesi ile “Tedbir-i cihangirlik zikrindeydi. Cihad yolunda kemer-i ictihada bel bağlayup her yıl sefer ederdi” hangi yola revan olduğunu ortaya koymuştur.
Otuz yıllık saltanatı boyunca belli başlı fütuhatı; 1454-59 Sırbistan, 1458-64 Mora (bugünkü Yunanistan), 1453 Arnavutluk (1479 isyanın bastırılması) 1470 Ağriboz adası, 1459-60 Karadeniz’deki Cenevizliler ait kaleler ve Rum imparatorluklarının ortadan kaldırılması, 1466-1474 Karamanoğlu beyliğinin ilhakı önemli fütuhatlarındandır. Bunların yanı sıra Akkoyunlularla mücadelesi, Akdeniz kıyısı kale ve yerleşim yerleri, Adalar denizinde (Ege) Rodos seferi, Venedik ve Cenevizlilerle mücadelesi Sultan Fatih’in gayretkar yönünü ortaya koyar.
Bugünden Geriye Bakınca: İstanbul Hafızası
İstanbul’un fetihten sonraki hafızasını Fiziki/coğrafi hafıza, Sosyal ve Siyasi Hafıza, Dış dünyanın hafızası olarak kategorilere ayırmak meseleyi daha rahat kavrama imkanını verecektir.
Fiziki/coğrafi hafızanın en belirgin yönü, Eskiçağın Byzantionu, Bizans döneminde ya da Orta Çağ' da Constantinopolis/Konstantinoupolis, Osmanlı döneminde Dersaadet, Payitaht, İslambol ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla beraber İstanbul olarak günümüze kadar yoğun bir iskana sahne olmuştur. Düzenli ve düzensiz göç almıştır. Merkez ve perifesi sürekli genişlemiştir.
Bizans’tan devralınan eserler (birkaç istisna dışında) aynen korunmuş geliştirilmiştir.
Bütün padişahlar, vezirler, yöneticiler İstanbul’da bir iz bırakmak için âdeta yarışmışlardır. Camiler, Medreseler, hanlar, hamamlar, yollar, köprüler, çeşmeler daim bir estetik ve ahenk içinde birbirine eklemlenmiştir.
Yakın tarihte nüfus baskısı nedeniyle cadde, yol, kavşak, üst geçit, alt geçit açma girişimleri İstanbul’un tarihi ve kültürel varlığından geri dönmesi imkansız çok şeyleri götürmüştür. (bakın Vatan caddesi)
Daha yakın tarihte, günümüzde ve şu anda Sultan Fatih II. Mehmet’in bıraktığı İstanbul olmak şöyle dursun nüfus baskısı, çarpık şehirleşme, rant sonucu şehir bile olmaktan çıkmıştır. Fiziken ve fiilen hiçbir ihtiyaç karşılanamaz olmuştur. İçine ne atarsan patoz gibi öğütmeye başlamıştır.
Ve maalesef içinde insanın yaşayacağı unutulup betona gömülmüştür. İstanbul’a ihanet ettik diye en yüksek mertebeden itirafların geldiği, yapanların, yaptıranların, bile iğrendiği kabih gökdelenlerin, iri, hantal yapılan altında ezilmeye başlamıştır.
Siyasi ve Sosyal hafızasının en belirgin özelliği ise fetihten günümüze istisnası tüm yöneticilerin, sakinlerinin, ziyaretçilerinin “Seviyorum seni İstanbul” temalı söylemleri olmuştur, olmaktadır, anlaşılan o ki olmaya da devam edecektir. Ancak ki kimin yalan söylediği kimin de gerçekten sevdiği tarihin şahitliği gün gibi ortada durmaktadır.
Tarihte İstanbul ve İstanbullu olma gerçeği tüm dünya tarihinde ama özellikle Müslüman-Türk camiasında yerini almıştı. Bu yönü ile dünyada bir elin parmaklarını geçmeyen şehir İstanbul’la yarışabilirdi. Ancak siyasilerin ve onların yardakçıları bu mirası yok etmişlerdir.
Her baktığı noktada bir siyaset gören zihniyet geçmişten günümüze İstanbul’un kadim değerlerini kendi lehlerine yok etmekten imtina etmemişlerdir.
İstanbul’un fethi artık bir Fatih’in fethinin mahiyeti olmaktan çıkmıştır. Fetih kelimeye inmiş, dejenere olmuştur. Maç kazanmak fetih/zafer, siyasi partilerin seçim kazanması fetih/zafer olarak ifade edilmeye başlanmıştır. Yani önce fetih ve Fatih’i kullanma, sonra dejenerasyon, sonra anlam kaydırma, sonra da kendi çıkarlarına uygun kullanma sefilliği ale’l-âde bir hal almıştır. Görülen o iki artık fetih/Fatih/zafer diri diri tarihin derinliklerini gömülecektir.
Dış dünya hafızasının en belirgin özelliğinin başında Halil İnalcık hocanın ifadesi ile Batı dünyası İstanbul’un fethini hala hazm edememiştir.
Batı dünyası İstanbul’u İslam dünyasına açılan merkez olarak görmüştür. Bu nedenle hem İstanbul’u hem de temsil ettiği düşünce ile İslam ve Türk dünyasının arasını açacak ne kadar proje varsa uygulama gayretinde olmuştur. Olmaya da devam etmektedir. Ve maalesef bizim yöneticilerimizde bu bakış açısının uygulanması için ellerinden gelen gayreti göstermiştir.
Türk siyasileri ile birlikte batılı siyasiler İstanbul’un değerlerini dejenere edecek ne varsa uygulamıştır. Görüntüde yapılan birçok iyi işler arkasından İstanbul’un ve temsil ettiği değerlerin yok olmasına neden olmuştur.
Netice-i kelam; hiç lamı cimi yok. Bu günkü nesil İstanbul’un fiziken, sosyal ve siyaseten yok olmasından mesuldür. Bunca Depremler, savaşlar, istilalar bile Fatih’in İstanbul’unu bu kadar yok etmemişti. Yani fiziki/coğrafi İstanbul’u kaybettik. İstanbul medeniyetini/değerlerini önce dejenere ettik sonra diri diri toprağa gömdük. Artık bir sengine (taşına) yek pare acem mülkü feda edilen Stanbul artık yok. Bari kalmış üç beş tarihi yapıya, arada gizli kalmış İstanbul değerlerine sahip çıkalım.