Abdullah bin Mübarek edebi iki kısma ayırır. Birincisi iş edebi, ikincisi söz edebi. İş edebine sahip kimseler nassa/insana iyilik yaptığı için Allah’a yakın olur. Söz edebine sahip olanlar ise muhabbete vasıl olur. Ki bunları yapabilmek için de “İlme muhtacız ilim edep nefsi bilmektir” der.
Zaten Yunus Emre’de bunu “İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir. Sen kendin bilmezsin. Ya nice okumaktır” şeklinde ifade eder.
Şimdi bu meseleyi günümüze, günlük hayatımıza, toplumumuza nasıl taşırız?
Meseleyi nereden doğru tutarız? Bir bakmak hatta iyi bakmak lazım!
İş edebi nerede kaldı, söz edebi nerede kaldı?
İş edebi nerede olmalı söz edebi nerede olmalı?
Yoksa her şey tamam da iş edep noktasında kaldı mı diyoruz?
Yoksa, edepsizlik kaide oldu da edep üzerinde yaşamaya çalışanlar mı istisna haline geldi?
İşlerinde ve sözlerinde sürekli kendini, yakınlarını, toplumu aldatanlar kimler, edebini terk etmeyenler kimler?
Zira işinde ve sözünde edebi terk edenlerin ilk yaptığının yalan söylemek olduğunu biliyoruz. Ee yalan söyleyenler de ‘Men gaşşena feleyse minnâ ‘ Bizi aldatan bizden değildir! diyor peygamber-i zîşân. Peki öyleyse kimdeniz, en güzel edebi ahlakı kimden alacağız?
Sanırım mesele sadece İbn-i Mübarek’in dediği gibi de değil artık. Tüm açıklığına, netliğine, gerçekliğine rağmen edepsizce, hayasızca -sanki hiçbir şey olmamış, yalan söylememiş, edepsizlik yapmamış, gerçeklik, hakikat bu değilmiş gibi, bu suçu işlememiş, o işi yapmamış, yaptığı iş, söylediği söz yanlış değilmiş gibi- iş yapmaya, söz söylemeye devam ediliyor. Bu da yetmiyor tüm bu sahtekârlıklar marifet olarak lanse ediliyor.
Şâkül kaymış efendi, şakül kaymış. Elimizde tutacağımız ne terazimiz kalmış ne kantarımızın topuzu doğruyu gösteriyor ne de mezuramız doğru ölçüyor. Ölçülerimiz gitmiş, gitmeye devam ediyor. Değer yargılarımız silinmiş silinmeye devam ediyor. Bu gidişle ne habbemiz kalacak elimizde ne başımızı kaldırıp bakabileceğimiz kubbemiz kalacak.
İbn-i Mübarek’in dediği zamandan daha fazla ilme muhtacız, kanaatimce her zamankinden fazla ilme muhtacız. Edep için, iş için, söz için, doğru için, yarın için, aklınıza ne geliyorsa onun için ilme muhtacız. Bunca eğitim neticesinde şâkül doğru noktaya iz mi düşürüyor.
Nerede ilme muhtaç değiliz ki;
Gücü, iktidarı, makamı, mevkiyi, şanı, şöhreti, parayı ele geçirenlerin her şeyi en iyi bildiği yerde: İlme muhtacız.
Hiç araştırma yapmadan bilgi sahibi olanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Kibar insanları zayıf sananların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Kusursuz olduklarını düşünen, kabul eden insanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Her türlü fenalığı ve azgınlığı yapıp bize ahlak dersi verenlerin olduğu yerde: İlme muhtacız.
Bilgiyi kitaplardan, hocalardan değil de dizilerden, sosyal medya gönderilerinden öğrenenlerin olduğu yerde: İlme muhtacız.
Cehaletlerini örtmek için size cahil ve kaba insan muamelesi yapanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Şiddeti, iftirayı, dedikoduyu, önyargıyı ilk çözüm olarak sunanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Kazanmak için her şeyi ama her şeyi mübâh görenlerin olduğu yerde: İlme muhtacız.
Dün övdüklerine bu gün sövenlerin, her avcı ile ava çıkanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Dün dediğini bu gün unutan, unutmuş muamelesi yapanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Yalan söylerken yüzü kızarmayan, maharet arz ediyorum sananların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Böbüründen kibrinden, ucûbundan, riyasından yanına varılamayanların olduğu yerde: İlme muhtacız.
Paraya, pula, makama, mevkiye, güce taparcasına değer verip ilme değer vermeyin olduğu yerde: İlme muhtacız.
Savaş SONGUR – Arşiv Uzmanı Tarihçi / 20.01.2023