“Ve birinin anılarını yeniden düzenlemek ya da yazılı kayıtları çarpıtmak gerekliyse, o zaman bunları yaptığını unutmak da gereklidir. George Orwell-1984”
Resimdeki yemeğe bakmak açı doyurmaz;
"Nehirdeki su" demekle susuzluk giderilmez;
Başkalarının malını saymakla bir şey kazanılmaz.
"Bu bir kitaptır; öğretir." diyerek erdemler elde edilemez.
Çünkü gayretsiz boş arzu amaca ulaştırmaz.
(Uygur Filozof Vapşi Bakşı’den aktaran Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu)
Tarih ve Arşivler milletlerin hafızasıdır. Hafızasını kaybeden insan ne ise milletler de böyledir. Hafıza kaybı, bakış açısının/vizyonun yok olması demektir. Vizyonu olmayan toplumlar, okyanusta pusulası bozuk gemi gibidirler.
Sıradan insanların bu vizyonsuzluğunun zararı sadece kendilerine ve aile efradınadır. Ama ya devlet yönetenler, aydınlar? Eğer bunlar vizyonsuzsa, dünyanın nereye gittiğini, 20-30 yıl sonrasını göremiyor ve doğru değerlendiremiyorlarsa, bunun faturası çok ağır olur ve bu faturayı bir millet ve devlet öder. Yöneticilerin ve aydınların bu vizyonu yakalayabilmelerinin birinci şartı, tarih bilincine sahip olmaktır. Bu, tarih bilmekle karıştırılmamalıdır. Kuru bilgileri ezberlemek, tarih bilinci oluşturmaz.
Tarih bilinci olan şahıs ve toplumda, Arşiv sağlam olur. Toplumsal hafızası yerinde olan tarih bilinci olan toplamda kültürel genetiğe işlemiş yaptırım vardır. Tarih bilincinin genel ve kolay tezahürü her olandan ders alınmış olmasıdır.
“Unutmak” anlam bakımından oldukça derin olan az sayıda kelimeden biridir ve günlük hayatta çoğunlukla, aslında ifade ettiğinden ziyade hatırlayamama durumlarında kullanılmaktadır. Oysaki unutmak; bir olay, durum veya olguyu hatırlayamamaktan ya da olduğundan farklı biçimde yeniden inşa etmekten ziyade, onu hiç olmamış gibi hatırlamaktır. Yani unuttuğumuz şeyler aslında hiç olmamış gibi hatırladığımız şeylerdir.
Bilinçli unutmayı ifade eden diğer önemli bir kavram ise “hatalı tanıma etkisi”, kişinin aslında olmamış bir olay veya durumu olmuş gibi hatırlaması olarak tanımlanır. Maalesef sorumluluktan kaçan insanlar arşivleri yok ederek toplumsal hafızayı hatalı tanıma etkisi altında bırakmaya meyillidirler.
Kişisel bellek, bireylerin sosyalizasyon sürecinde oluşmaktadır. Kolektif bellek, kültürle taşınan, gündelik yaşam pratiklerini etkileyen hem kolektif kimliğin kurucusu hem de toplumun tarihi olarak değerlendirilmektedir. Belleğin kurduğu ortak bir geçmiş ve kimlik, grup üyelerini birbirine bağlayan zemini oluşturmaktadır. Toplumsal Hafıza veya bellek, genelde bireysel olarak algılanan ve bu şekliyle kabullenilmiş bir kavram olmakla beraber , “kolektif hafıza” kavramının ortaya atılmasından bu yana kolektif boyutu tartışılan, eleştirilen bir kavram olmaktadır.
Toplumların hafızasının hatırlama ve unutma yolu ile inşa edildiğine düşünüldüğünde belleğin kimlik, tarih, hakikat ve adalet ile olan ilişkisi geçmişle yüzleşmedir denilebilir. Geçmişle her yüzleşme aynı hatayı bir daha yapmamayı gerekli kılar. Bu noktadan hareketle de toplumun fertlerinin kolektif kimlik ile ortak bir geçmiş, kimlik ve değerler etrafında bir araya getirilmesi olarak kurulan bu zemin, oluşturulan bellek ve tarih ile sağlamlaştırılmaktadır.
İnşa edilen kolektif hafızanın içeriği yönetenler/iktidar tarafından belirlendiği gerçeği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Resmi bellek olarak da tanımlanan bu hafızada neyin hatırlanıp neyin unutulacağına dair ayıklama yapılmaktadır. (George Orwell-1984 romanından alıntıladığımız cümle bunun dünya çapındaki tipik örneğidir.) Bu durum, hatırlamanın ve unutmanın, toplumların geçmişiyle kurduğu ilişkideki rolünün, ideolojik bir boyutu olarak değerlendirilmektedir.
Resmi belleğin kapsamı dışında kalan diğer bellekler ise canlı bellek olarak adlandırılmaktadır. Başka bir ifade canlı bellek, maruz kalınan bellektir. Fail olarak olayların yükünü çekmiş, acısını yaşamış insanların inşa ettiği bellektir. Resmi belleğin genel tutumu unutma üzerine kuruluyken, bu hafıza dışında kalan canlı bellek, hafıza ve hatırlama talep etmektedir. Bu çalışmada belleğin tarih ile kurduğu çatışmalı ilişki hakikat ve adalet ile kurduğu ilişki üzerinden ele alınmaktadır. Hafızanın artık değişen misyonu ile hakikatleri temsil ettiği görülmektedir. Hakikat ve adalet talebi aynı zamanda hafıza talebidir.
Hatırlama kültürünün bir yöntemi olarak geçmişle yüzleşme; demokratik ve barışçıl toplum inşa sürecinde geçmişin ağır insani sorunların, ihmallerin, ihlallerin toplumda oluşturduğu tahribatı onarmanın bir yolu olarak görülmektedir.
Ülkemizde aslında ülkemizin gündeminden hiç düşmeyen ama sürekli unutturmayacağız şeklinde ifade edilen her türlü sorunlar bu bağlamda incelense daha doğru olur sanırım. Yoksa sürekli ihmallerin, ihlallerin, enkazların altından bir anı fotoğrafına bakıp bakıp yakınır dururuz.
Savaş SONGUR - Arşiv Uzmanı Tarihçi