Arpalık; Osmanlı Devletinde resmi görevden alınan üst yöneticilerin atları yesin diye verilen veya savaşa katılanların masrafları karşılansın için verilen arpa parası iken zamanla başlı başına ayni ve nakdi gelir tahsisi halini almıştır.
İlk arpalık ne zaman verildi, kime verildi, nasıl verildi bilinmiyor. Ancak zamanla öyle bir hal almıştı ki devlette görev almış kişilerin arpalıkları asıl gelirlerini geçmişti.
Ber vech-i arpalık bir doğrudan maaş değildir. Çünkü klasik dönemde maaşlar yıllık olarak – salariye – tahsis edilirdi. Ve ilgili miktar toplanarak tahsil edilirdi. Bulundukları görevlere göre; ruus, atiyye, tımar, zeamet, ruus, iltizam, nan-pare gibi isimlerle anılırdı. Bu anlamda olsa olsa bu günkü emeklilik sistemi ile ikinci maaş sistemine benzer. Ancak işin kolaycılığı ile emeklilik veya açığa alınmışlığın – mazu l- gelir maaş kaynağı olarak düşünmek doğru olmaz. Ber vech-i arpalık Osmanlı Arşiv kaynaklarına en çok yansıyan şekli ile ikinci, üçüncü maaş olarak ek gelir tanımlanması daha doğrudur.
XVI. yüzyılda daha çok medrese müderrislerine verildiği görülmekle birlikte diğer görevlilere de arpalık tahsis edildiği görülmektedir. Ancak en çok dikkati çeken hadise bir şekilde saraya yaklaşmış kişilerin ilave gelir kapısı olarak arpalık tahsisleridir. Bu anlamda ilk ve en yaygın uygulamaların sarayın adamlarına arpalık klasik sistemin bozulmasına neden olduğu tarihçiler arasında genel kabul görür. Gerek padişahın ve gerekse kendisini çok güçlü hisseden vezirlerin yaptığı arpalık tahsisleri sıklıkla dönemin çağdaş tarihçileri tarafından eleştirilir.
Yüzyıllara göre değişiklik gösterse de arpalık tahsisleri bazen aynı görev ve makamın maaşından kişi yer ve zamana göre yani tahsis edenin ve ettirenin gücüne göre fazla olduğu görülür. Örneğin yıllık 20.000 akçe zeamete sahip bir görevlinin kendisine 70.000 akçe arpalık tahsis ettirdiği tarihi kayıtlarda mevcuttur.
Arpalık tahsislerinde kimin ne zaman ve nasıl arpalık tahsisi almayı hak ettiğinin kaydı yoktur. Bununla birlikte hangi gelir kaynağının da arpalık olarak tahsis edilip edilmeyeceği de kayda bağlı değildir.
Bir nevi hesapsızlık olan bu durum arşiv belgelerinde “… verdim ve buyurdum ki…” şeklinde ifade ile ferman, berat, buyruldular vb. sıklıkla görülür.
Ve son olarak arpalık tahsisleri ile ilgili en büyük problematikten birisi de arpalık tahsisi alanların kendisine tahsis edilen arpalığın olduğu yere gitmek zorunda olmayışıdır. Diğer bir ifade ile kendisi
İstanbul’da ikamet ederken kendisine Anadolu’nun bir sancağının bac-ı pazarı ya da bir limanın gümrük geliri tahsis edilirdi. -Kendi arzusu ile gidenlerin hakkını da teslim edelim- İşin aslı hiç gitmediği, yolunu, izini, hizmetini görmediği yerin gelirini cebine indirirdi.
Arpalık tahsisleri zamanla öyle bir hal aldı ki iş yönetilemez olunca III. Selim bu konuda da ıslahat olarak “eğer bir kişi arpalık tahsis edilen mahalle gitmezse o arpalığın gelirinin doğru dürüst tahsili için iltizama yani açık ihaleye çıkarılması” fermanını / kanunu çıkardı. Bu fermandan sonra herkes arpalığı kapıp gelirinin tahsili için iltizamlar (açık ihaleler) verir makam sahibi oldu.
Hem makama gelmiş kişiler hem de arpalık sahipleri kendilerinin bu arpalığının alınması, gelirlerine el konulmaması için İslam hukukuna göre caiz olan ancak işin içinde hile-i şer’iyye olan zürri vakıflar (galle fazlasını yani gelir fazlasını çocuklarına tahsis etme) kurma yolunu tercih ettikleri bilinen bir gerçektir.
Çünkü klasik dönemde görevden alınan bir kişinin aynı zamanda malları da müsadere (mallarına ey koyma) işlemi yapılabiliyordu.
Hatırlanacağı üzere Tanzimat ile birlikte müsadere sisteminin kaldırılmıştı.